“`html
Tarih, genellikle zaferleri erkek figürlere atfedilen bir anlatı sunma eğilimindedir. Ancak, yıldızları haritalayan, DNA’nın sırlarını çözen, ormanları yeniden canlandıran ve teknolojinin temellerini atan kadınlar birçok kez bu anlatıların gölgelerinde kalmıştır. “Kadın Tarihi Ayı” olarak bilinen Mart ayında, bu unutulmuş kahraman kadınların hikâyelerini gün yüzüne çıkarmak istiyorum.
Günümüzde cep telefonları olmadan dışarı çıkmamız bile zorlaşıyor. Bu teknolojinin arkasındaki algoritma, hayatlarımızı şekillendiren yeni kader çizgileri oluşturuyor. İlginç bir şekilde “algoritma” kelimesi, El-Harezmi’den gelmektedir ve El-Harezmi, tarihi Maveraünnehir bölgesinde doğmuş bir Türk bilim insanıdır. 800’lü yılların başında Bağdat’ta Bilgelik Evi’ni kurmuştur. İşte bu kaynaklarla, algoritmanın öncülerinden birinin bir kadın olduğunu keşfetmek son derece dikkat çekici.
Algoritmanın Kadın Öncüsü

Matematikçi Ada Lovelace, Charles Babbage’ın Analitik Makinesi için ilk bilgisayar algoritmasını yazan kişi olarak tanınmaktadır. Şair Lord Byron’un kızı olan Lovelace, kelimeleri yaratırken farklı bir perspektif kazanma fırsatı bulmuştur; fakat onu matematiğe yönlendiren kişi annesidir.
1843 yılında, oldukça basit bir hesap makineleri olarak düşünülen Analitik Makine’nin semboller üzerinde işlem yapabileceğini, müzik ya da metin gibi çeşitli içerikleri işleyebileceğini öngörmüştür. İlk bilgisayar algoritmasını Bernoulli sayılarını hesaplamak amacıyla yazmış; bu da bilgisayarların sadece hesaplama işlevinin ötesinde daha geniş kapsamlı görevler yerine getirebileceğini göstermektedir. Bunu 180 yıl önce hayata geçirmiş olması gerçekten dikkat çekicidir.
Ada’nın annesi, kızının babasından aldığı şairlik eğilimlerinden dolayı endişelenip ona sıkı bir matematik eğitimi aldırmıştır. Bu disiplinli eğitim sonucunda, Ada’nın yaratıcı düşünceyi analitik düşünceyle birleştirerek bilgisayar biliminin temellerini atmasına yardımcı olmuştur. ‘Analitik Makine, yönlendirmemiz doğrultusunda işlediği şeyleri dokur. Cebirsel desenler oluşturabilir, tıpkı bir tezgâhın yaprak ve çiçek desenleri oluşturması gibi.’ şeklinde belirtmiştir.
Ada’nın hikayesi, tarihteki diğer göz ardı edilen öncü kadınların yaşamlarını incelemek adına beni teşvik etti.
Antik Bilgeliğin Lideri: Hypatia
M.Ö. 350 civarında İskenderiye’de dünyaya gelen Hypatia, matematik, astronomi ve felsefenin harmanlandığı bir alanda parlayarak öne çıkmıştır. Babası Theon’un öğrencisi olarak başladığı eğitim hayatı, İskenderiye Kütüphanesi’nde öğretmenlikle devam etmiştir. Astrolabın gelişimine katkıda bulunduğu söylenmektedir ve bu alet, gökyüzünü ölçmenin ilk önemli araçlarından biri olmuştur. Ancak, Hypatia’nın hikayesi trajik bir sonla noktalanmıştır; 415 yılında dini fanatikler tarafından öldürülmüştür ve cesareti, sorgulayıcı bakış açısıyla bir sembol haline gelmiştir.
Bir öğrencisinin romantik iltifatına cevaben “Hakikat dışında ilgilendiğim bir şey yok” dediği aktarılmaktadır. Bilgiyi sorgulamanın önemine dair bir diğer ünlü sözü ise “Bildiğini düşündüğün her şeyi sorgula” dır. Hypatia, bilimin baskıya karşı direnişinin ilk şehitlerinden biri olarak hatırlanmaktadır.
Dünyanın İlk Üniversitesini Kurmuş Olan: Fatima al-Fihri

Faslı Fatima al-Fihri, 859 yılında kurduğu Al-Qarawiyyin Üniversitesi ile modern akademik yapıların temellerini atmıştır. Avrupa’da Bologna ve Oxford gibi üniversiteler kurulmadan önce faaliyetlerine başlayan bu eğitim kurumu hâlâ öğrencilere eğitim veriyor. Ancak, adının tarihsel olarak unutulduğu söylenebilir.
Al-Fihri, mali varlıklarını kullanarak matematik, astronomi, tıp, kimya gibi alanlarda eğitim verecek bir merkez inşa etmiştir. Kurduğu üniversite, Avrupa’daki diğer pek çok üniversite için bir model olmuştur ve UNESCO tarafından dünyanın en eski sürekli eğitim veren üniversitesi olarak tanınmaktadır.
Rivayetlere göre, üniversitenin inşası tamamlanana kadar oruç tutacağına dair bir yemin eden Fatima, bu yemini de tutmuştur. Inşaat sona erdiğinde, sevinçle şükür secdesi yapmış ve o zamana dek hiçbir ziyafete katılmamıştır.
Kurduğu üniversite, İbn Rüşd, İbn Haldun ve Maimonides gibi birçok önemli bilim insanını bir araya getirmiştir. Bu durum, kadınların eğitim ve bilim alanında katkılarının İslam dünyasında köklü bir geçmişinin olduğunu göstermektedir.
Afrika’nın her zaman keşfedilmeyi bekleyen zenginlikleri barındırdığını düşünüyorum. Dünya üzerindeki en eski kütüphanelerden biri de Afrika’dadır. 1300’lü yıllarda Mali’nin Timbuktu şehrinde kurulan kütüphane, bugün bile Sankore Üniversitesi bünyesinde hizmet vermektedir.
Gökyüzünde Devrim Yaratan: Caroline Herschel
Caroline Herschel, 1750’de Almanya’da doğduğu zaman ailesi onun sadece bir hizmetçi olarak hayatını sürdüreceğini düşünmüştü. Genç yaşta geçirdiği tifüs hastalığı, onu fiziksel olarak kısıtlayacak görünümde bir kadın haline getirmişti, fakat ruhu evrenin sınırlarını zorlayacak kadar büyüktü. Kardeşi William’ın peşinden Bath’a gittiğinde astronomi ile ilgili pek bir ilgisi yoktu. Ancak teleskopla gökyüzünü ilk kez gördüğünde her şey değişti. 1782 yılında tarihe adını yazdırarak bir kadın tarafından keşfedilen ilk kuyruklu yıldızı keşfetmiştir ve sonrasında yedi parça daha bulmuştur. William’ın asistanlığını üstlendiği bu süreç ona İngiltere’nin ilk profesyonel kadın astronomu unvanı kazandırmıştır ve Kral III. George tarafından maaş alacak kadar saygın bir konuma gelmiştir.
Caroline, William’ın gözlemlerini kaydederken bir yandan da teleskop aynalarını parlatma işini üstleniyordu. Bir gece uykusuz kaldığında, “William, bu yıldızlar beni çağırıyor ama aynalar beni zincire vuruyor!” dediği rivayet edilmektedir. Ancak o bu zincirleri kırmayı başardı ve kendi gözlem kayıtlarını tutmaya başladı. Bu mirası, gökbilimcilerin kullandığı Yeni Genel Katalog’un temelini oluşturmuştur.
Ormanın Sırlarına Işık Tutan: Jane Goodall

Jane Goodall, 1960 yılında Tanzanya’nın Gombe ormanlarına adım attığında elinde yalnızca bir defter ve dürbün vardı. Resmi bir bilim eğitimi almamış olan 26 yaşındaki genç kadın, şempanzelerin alet kullanma yeteneğini gözlemlediğinde, insan merkezli bilim anlayışını sarstı. “David Greybeard” adını verdiği bir şempanzenin termit avlamak için dal kullandığını gördüğünde, günlüğüne “İnsan artık yalnız değil,” diye yazmıştı. Goodall’ın şempanzelere duyduğu empati ve onlara isim vermesi bilim dünyasında tartışmalara yol açtı; ancak zaman onu haklı çıkardı.
Gombe’de bir sabah, şempanzeler arasındaki bir çekişmeyi gözlemlediğinde “İnsanlar da farklı değil” dedi ve bu durum, şempanzelerin saldırgan davranışlarını belgelemenin ilk adımını atmıştır. Bugün 90’lı yaşlarında hâlâ dünyayı dolaşarak “Yaptıkların fark yaratıyor, ne tür bir fark yaratmak istediğine karar vermelisin” mesajını yayıyor. Jane’in mirası, yalnızca primatoloji değil, aynı zamanda çevre bilinci ve insanlığa dair anlayışıdır.
Bugün yapay zeka aracılığıyla hayvanların dillerinin çözümlenmesi mümkün oluyorsa, bunda Goodall’ın önemli bir rolü olduğu asla unutulmamalıdır!
Güzellik ve Teknolojinin Buluştuğu Nokta: Hedy Lamarr
Hedy Lamarr, 1940’larda Hollywood’un en parlayan yıldızıydı, ancak gerçek dehası laboratuvar ortamında mükemmel şekilde kendini gösterdi. II. Dünya Savaşı esnasında mucit George Antheil ile birlikte “frekans atlamalı yayılım” teknolojisini geliştirdi. Bu buluş, günümüz Wi-Fi, Bluetooth ve GPS sistemlerinin temelini oluşturdu. Bu fikri, piyano tuşlarının melodik ritminden esinlenmişti ve bir çekim sırasında Antheil’in piyano çalmasını izlerken ortaya çıkmıştır.
Lamarr, buluşunu orduya sunduğunda, “Siz filmlerde oynayın, savaşı bize bırakın” yanıtını almıştır. “Herhangi bir güzel kız aptalca görünebilir; ama zekamı gizlemek zorunda kaldım.” ifadesi, onun toplumun kendisine biçtiği rolü nasıl aştığını gözler önüne seriyor. Lamarr’ın mirası, bugün elimizdeki teknolojilerin bir parçası olarak yaşamaya devam ediyor. Wifi, Franklin’in DNA’sı ve Noether’in fiziksel yasaları, modern yaşamın yapı taşlarını oluşturur.
Toprağın Cesur Savuncusu: Wangari Maathai

Toprağın Cesur Savunucusu: Wangari Maathai
Wangari Maathai, 1977’de Kenya’da Yeşil Kuşak Hareketi’ni başlatarak sadece ağaç dikmenin ötesine geçti. Kadınların ekonomik güçlerini artırmalarını sağladı ve çevreye nefes kazandırarak 50 milyondan fazla ağaç dikilmesine öncülük etti. Otoriter rejimlere karşı durarak, 2004’te Nobel Barış Ödülü’nü alan ilk Afrikalı kadın oldu. Bir keresinde, ağaç dikme protestosu sırasında gözaltına alındığında, serbest bırakıldıktan sonra “Ağaçlar benim silahım” demiştir. Bu cümle, onun doğanın korunması mücadelesinin bir özeti gibidir.
“Toprak anayı iyileştirdiğimizde, kendimizi de iyileştiririz.” sözü, Maathai’nin hedeflerini özetler. Onun mirası, sürdürülebilirlik ve adaletin evrensel bir çağrısını yapmaktadır ve Maathai’nin ağaçları, Goodall’ın korumacılığı ile gezegenimizi kurtarmaya devam ediyor.
DNA’nın Gizli Kahramanı: Rosalind Franklin
Rosalind Franklin’in “Fotoğraf 51” çalışması, 1952’de DNA’nın çift sarmal yapısını açığa çıkardı; ancak Nobel Ödülünü Watson ve Crick aldı. Franklin, X-ışınları kristalografisiyle virüslerin sırlarını da çözmüştür. Bir asistanı, “Rosalind, verilere âşık biriydi, bir deneyin sonuçlarını görmek için sabahlara kadar uyanık kalırdı.” demiştir.
“Bilim ve günlük yaşam birbirinden ayrılamaz.” diyen Franklin, bilgiyi insanlığın hizmetinde bir araç olarak görmekteydi. Onun mirası, genetik bilimin temel taşlarından birini oluşturmuştur.
Fiziğin Matematiksel Şairi: Emmy Noether

Emmy Noether, “Noether Teoremi” ile simetri ve korunum yasalarını birleştirerek modern fiziğe yön vermiştir. Soyut cebirde devrim yapmış, ancak kadın olmanın zorluklarıyla akademide itilmiş bir kişiliğe sahiptir. Nazilerin Almanya’dan kaçtığında, “Matematik cinsiyet tanımaz” diyerek öğrencilerine güç vermiştir.
“Benim yöntemlerim, problemlerin özüne inmeyi hedefler.” ifadesi, onun sade ama derin yaklaşımını sergilemektedir. Einstein’ın “deha” olarak nitelendirdiği Noether, evrenin matematik dilini yazanlardan biridir.
Gölgede Kalmış Kahramanların Mirası
Caroline’ın kuyruklu yıldızları, Jane’in gözlemleri, Hypatia’nın astrolabı, Hedy’nin gelişmeleri, Wangari’nin ağaçları, Rosalind’in DNA çalışmaları ve Emmy’nin teoremleri tarihin akışını değiştirdi.
Bu kadınların anlatıları, cinsiyet eşitsizliğinin bilim ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini gözler önüne seriyor. Emmy Noether’in matematiğe katma değer (Noether Teoremi), Lise Meitner’in nükleer fizik alanındaki rolü veya Alice Ball’ın cüzzam tedavisindeki yenilikçi katkıları, çoğunlukla erkek meslektaşlarının gölgelerinde kaybolmuştur. Peki, neden?
Kadınların akademik ve bilimsel çalışmaları ya ‘asistanlık’ olarak değerlendirildi ya da erkek figürler adına yayımlandı. “Kadınlar duygusaldır, bilim yapamaz” gibi klişeler, dehaların önünü kapattı. Erkek egemen tarih yazımı, kadınları ‘istisna’ olarak sergileyerek bu durumu pekiştirdi.
Bu kadınların gücü, cesaretleri ve azimleriyle engelleri aşmalarıdır; fakat çoğu zaman erkek figürlerin gölgesinde kaybolmaktadırlar. Kadın Tarihi Ayı, bu görünmez kahramanlıkları görünür hale getirmek için bir fırsattır. Bu kadınların mirası, bilimden çevre korumaya, teknolojiden felsefeye kadar insanlığın her alanında yaşamaya devam ediyor. Ünlü olanlar, hepimizin kalp ve aklında yer almaktadır.
Bu kadınlar, bize tarihi yazmanın eksik bir hikaye olduğunu hatırlatıyor. Onların seslerini yükseltmek, eşitlik ve adalet için atılan bir adımdır. Kadın Tarihi Ayı, bu gölgede kalan ışıkları kutlamak ve gelecek nesillere taşımak için bir fırsattır. Çünkü her biri, kendine özgü bir kutup yıldızı hididi. Siz de ne tür bir fark yaratmak istediğinize karar verin. Jane Goodall’ın dediği gibi, “Her birey bir fark yaratma potansiyeline sahiptir.” Bu kadınlar, bunu kanıtlamakta…
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar, tamamen yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editoryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
“`
More Stories
AVM’de bıçaklı kavga! Tekme ve yumruklar havada uçuştu
Ömer Günel, Ekrem İmamoğlu ile İktidar Vizyonunu Paylaştı
Mudanya Belediyesi ve Bursa Barosu’ndan Kadınlara Ücretsiz Hukuki Destek